14 Haziran 2011

Hanna (2011)


Joe Wright, İngilizlerin son dönemde yükselişe geçmiş, adını sık duyduğumuz bir yönetmeni. Pride & Prejudice, Atonement, The Soloist gibi filmleriyle tanıdığımız yönetmen, bu kez bir aksiyona, bir intikam öyküsüne soyunmuş. Hanna, öyle bir film ki, bir anlamda sana farklı bir aksiyon ve intikam öyküsü izlediğini hissettirirken, diğer taraftan filmde seni tatmin etmeyen bir şeyler, bir olmamışlık olduğunu sezinliyor fakat tam olarak nerede olduğunu bulamıyorsun. Yönetmenin önceki filmlerini de izleyen seyirciler için bunu; belki de diğer filmlerde hikayeyle başarılı bir şekilde örtüşmüş olan bu stilin, aksiyonda her ne kadar garip durmasa da, görmeye alışık olmadığımız bir tarz olması sebebi ile bir yabancılaşmaya sebep olması, şeklinde açıklayabilirim.



Şöyle genel bir bakış attığın zaman çokta çizginin dışına çıkmayan ama klişe de denemeyecek hikayesi filmden beklediğimiz şekilde ilerliyor. Oyunculuklar, ki Saoirse Ronan ve Eric Bana zaten kendilerinden beklenen iyi performanslarını bu filmde de sürdürerek hikayeyle doğru orantılı bir yol izliyorlar. Peki ya kurgu… işte bu noktaya gelince filmin izleyicide yarattığı yabancılaşma hissinin sebebini biraz anlamış oluyoruz. Evet aksiyon filmlerinden alışmış olduğumuz, yüksek tempolu bir kurgu seyretmiş olsak da bazı sekansların yönetmenin önceki filmlerinden aşina olduğumuz bir dramla yüklenmiş olduğunun farkına varıyoruz. Tam anlamıyla farkına varmak ta demeyelim biz buna çünkü ilk izleyişte bunun adını koyup, yabancılaşmanın nereden kaynaklandığını bulamadığımız için, buna maruz kalıyoruz ve içeride bir yerde garipsiyoruz diyelim. Belli belirsiz bu nüanslar sanki her zaman yediğimiz bir yemeğin içerisine bu kez farklı bir baharatın eklenmesiyle, hem o yemeğin aşina olduğumuz yemek olduğu duygusu hem de farkına varamadığımız bu değişikliği anlamlandırma çabasını yaratıyor bünyede.



0 yorum:

Yorum Gönder

Sende düşünceni paylaşmak ister misin?