1 Aralık 2010

Buried (2010)


Yerin metrelerce altında bir tabut içerisinde canlı olarak gömülmüş bir adam. Uyandığında gözünü bu tabut içerisinde açıyor. Çok geçmeden yanında bir zippo, bir cep telefonu, bir el feneri ve adını bilmediğim ama kırıp baskı uyguladığınız zaman ışık saçan şu kimyasal aydınlatma gereci ile beraber gömüldüğünü fark ediyor.  Bir süre sonra ismi Paul Conroy olan bu adamın, ırakta kamyon şoförlüğü yapan bir Amerikalı sivil olduğunu öğreniyoruz. Ve yine bir süre sonra yanındaki cep telefonundan ona ulaşan bir ıraklı, birkaç saatlik bir zaman dilimi içerisinde 5 milyon dolar bulmasını aksi takdirde öleceğini söylüyor.




Buraya kadar en sıradan kurguyla dahi, hikayesinden ve senaryosundan ötürü izleyenleri etkileyebilecek bir senaryo söz konusu zaten.  Fakat Rodrigo Cortés’in inanılmaz ışık kullanımı ve gerçek zamanlı anlatımı izleyiciyi filmi yaşamaya zorluyor. Işık film boyunca yer yer zippo’nun sarı ateşinden, yer yer bir el fenerinin arada bir kırmızıya da dönen küçük ampulünden, yer yer cep telefonunun soğuk mavi ışığı ve şu kimyasal zımbırtının yeşil ışığından kaynak buluyor. Tek merkezli bu aydınlatma, filmin kısıtlanmışlık duygusunu baskın kılarken aynı zamanda bir rembrandt tablosu misali estetik görüntüler oluşturuyor.



Işıktan bahsetmişken, zamana değinmemek olmaz. Zira filmin izleyiciyi strese sokmak için kullandığı en büyük meta zaman. El fenerinin pili, zippo’nun gazı ve cep telefonunun şarjı her geçen dakika tükenmekte olduğundan, tabutta Paul Conroy ile beraber bulunan her obje bu kısıtlı zamanın birer simgesi niteliğinde.
Cep telefonu gibi teknolojik bir araç bu gibi bir durumda çok büyük bir kurtarıcı gibi durmasına karşın, aslında iletişimsizlik sorununa büyük bir gönderme olmuş filmde. Stres altında derdini anlatma çabası, insanların sizi ne derece anlayabildiği ve ciddiye aldığını net bir şekilde yansıtıyor. Aynı zamanda teknolojinin zaman zaman ne derece çaresiz kaldığını da.



Bunun yanında büyük politik oyunların, insan hayatına nazaran ne derece önemli olduğunu ve devletlerin bir takım emellerine ulaşma yolunda insan hayatını önemsemeyeceği gerçeğini de suratına çarpıyor izleyicinin. Zira siyaset ve bunun neden olduğu savaşlar toplumların yaşamına hizmet edip, temel haklarını savunma yolunda değil daha başka şeyler için oluyor sanki. Özellikle Paul Conroy’u o tabut içerisine hapseden Iraklı ile olan telefon görüşmelerinde savaşın iki tarafının devletler arasında yarattığı sonuçlar yerine toplumsal ve yer yer bireysel anlamda neden olduğu yıkımı açıkça görüyorsunuz.

0 yorum:

Yorum Gönder

Sende düşünceni paylaşmak ister misin?