2 Şubat 2011

127 Hours (2010)


Yazıya filmin görüntü yönetimine ve kadrajlarına hayran kaldığımı söyleyerek başlayayım. Tabi bu kadrajların bu derece etkileyici olmasında inanılmaz derecede güzel olan doğal mekanlarda yapılan çekimlerin payı büyük.  Filme konu olan talihsiz olayın yaşandığı mekanlar, her ne kadar o tip bir olayla kabusa dönüşebilecek olsa da, böyle ekrandan seyretmesi pek bir keyifli oluyor.



Danny Boyle’un kendine has kurgusunu ve anlatımını, bir adım öteye taşıdığını ve geliştirdiğini fark ettim filmi izlerken. Stilinde bazı değişmeler olduğu doğru fakat bunlar kötü sayılamayacak, gelişimin verdiği değişmeler.  Hikaye Aron Ralston adında bir dağcının Utah yakınlarında bir yeryüzü çatlağı içerisinde elinin bir kayaya sıkışması ve 5 gün bu mekanda mahsur kalmasından bahsediyor. Bunun yaşanmış bir hikaye olması, belki senaryo açısından yaratıcı hamleler yapmaya elvermemiş olabilir fakat hikayenin aktarılış biçimi inanılmaz. Ki düşününce hikaye üzerinde çokta kalem oynatmaya gerek yok, çünkü kendi doğallığı aynı zamanda etkileyici olmasını da sağlıyor.


Danny Boyle Aron’un umutsuzluğunu seyirciye alışılmışın biraz dışında aktarmış. Çaresizliği, gerilime araç olarak kullanmak yerine, “zaman tükeniyor” olgusuyla birleştirip Aron’un iç dünyasına odaklanmış.  Film boyunca görüntüye eşlik eden müzikler çok iyi oluşturulmuş ve kurguyla tam bir uyum içerisinde ilerliyor. Flashback’ler karakter hakkında bilgi verirken hikayenin duygu yükünü de artırıyor. Halüsinasyonlar ise umutsuzluğu rahatsızlık vermeyecek derece de baskınlaştırıyor.


Film bittiği zaman Aron hakkında kesinlikle edindiğini fikir Aron’un eğlenceli bir adam olduğu iken, çıkaracağınız ders ise: Asla ailene ya da bir yakınına bildirmeden bir yerlere gitme!

0 yorum:

Yorum Gönder

Sende düşünceni paylaşmak ister misin?