27 Şubat 2011

Oscar'a Bir Kala


Yarın gecenin Oscar gecesi olduğunu tüm sinefiller biliyordur. Her ne kadar Oscar birçok bilinçli sinemasever tarafından iyi filmleri değerlendirme konusunda tartışılmaz bir otorite olarak görülüyor olmasa da, sinema dünyasındaki önemli yeri tartışılamaz sanırım. Tartışılan genel olarak hangi filme hangi ödüllerin gittiği oluyor, ki son 2 yıldır en iyi film ödülünü kazananların, neden oscarlık olduklarını ben anlayabilmiş değilim. Ama bu yılın adaylarına şöyle bir bakınca gerçekten iyi ve güçlü filmlerin birbirleriyle yarışacağı gerçeğini inkar edemeyeceğim.



Öncelikle Oscar almasını istemediğim filmlerden bahsedeyim. Böyle bir cümle kurunca aklıma ilk gelen film Inception oluyor.  Christopher Nolan her ne kadar geçen sene The Dark Knight ile harikalar yaratmış olsa da, Inception için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yapay bir karmaşa yaratarak izleyicinin kafasını karıştırmaya, zihnini meşgul etmeye çalışan fakat son derece çiğ anlatımından dolayı herkesin gözünde büyüttüğü ve anlata anlata bitiremediği kadar iyi bir film olduğunu düşünmüyorum Inception’ın. Belki teknik kategorilerde birkaç ödül alabilir ama En İyi Film Ödülü’nü Inception için heba etmezler umarım. En İyi Film Oscar’ını alırsa üzüleceğim bir diğer film ise The Fighter. İşin içinde boks varsa zaten akademi buna bayılır. Boks temalı filmlerin Oscar adaylıkları resmen adet haline geldi. Tamam geçmişte bu temaya sahip bazı filmlerin Oscar’ı hak etmiş olduğuna katılıyorum ama The Fighter onlardan biri değil. Belki güçlü oyuncu kadrosundan ötürü, ilgili kategoriden ödül alabilir ama En İyi Film Oscar’ını almamalı. Sonra bir de adaylığına anlam veremediğim The Kids Are All Right var. Belki bu film de Akademi’nin favori konularından biri olan eşcinsellik temasını işlemesinden ötürü aday olmaya layık görülmüştür. Fakat The Kids Are All Right daha önce aday olan filmlerden almaya alışık olduğumuz o tada pek sahip değil. Zira Amerikan Bağımsız Sineması’nın bir ürünü olmasına karşın, izlerken bıraktığı tat daha çok Amerikan Popüler Sineması’nı çağrıştırıyor. Ve En İyi Film Oscar’ını alırsa üzüleceğim son film de The Social Network.  Film birçok En İyi Film ödülü almış olmasına rağmen, benim yıldızım bu filmle pek barışmadı. Özellikle izlerken duygusal anlamda hiçbir kıpırtıya sebebiyet vermiyor olması bunun en büyük sebeplerinden birisi.


Şimdi biraz da Oscar almasını istemediğim fakat yukarıda saydığım filmlere nazaran Oscar alırsa daha az üzüleceğim filmlerden bahsedeyim.  Toy Story 3’ün hoş ve eğlenceli bir film olduğu doğru, fakat gerçektende Oscar’ı hak edecek kadar etkileyici bir yapım mı? Pek sanmıyorum. Evde sıcak çikolata eşliğinde izlenip hoş vakit geçirilesi filmler listesine dahil edebileceğim bu filmin Oscar alması beni kahretmeyecek olsa da almaması daha sevindirici olur bence.  Bu duyguları beslediğim bir diğer film ise Winter’s Bone. Kötü bir film olduğu için söylemiyorum, hatta aksine benim çok etkilendiğim ve daha önce bahsettiğim o duygusal kıpırtıları başından sonuna başarıyla aktaran bir film. Oscar alırsa üzülmem, fakat almamasını dilememin sebebi, asıl almasını istediğim filmlere engel olmasın diyedir.


Son olarak Oscar almasını dilediğim filmlerden bahsediyorum. Sırf altmetninden dolayı bile son derece başarılı ilan edebileceğim bir film olan 127 Hours, tabi ki bundan daha fazlasını da barındırıyor. Özellikle tam anlamıyla bir Danny Boyle filmi olduğunu düşünüyorum. Görsel olarak son derece başarılı. Anlatıma hizmet edip, onu daha estetik kılacak bir yol izlerken kesinlikle gereksiz ayrıntılarla göz boyamaya çalışmıyor. Belki Danny Boyle Slumdog Millionaire ile zaten Oscar aldığından hak geçmesin diye ödülü bir başka filme verebilirler, ama yine de bu filmin Oscar almasına sevinebilirim.  The King’s Speech kusursuz atmosferi, başarılı oyunculuk performansları ve sıcak hikayesiyle benim beğenimi kazanmış filmlerden birisi, Oscar almasını en çok istediğim 2. Film aynı zamanda. Film zaten seyirciden çok iyi reaksiyon alıyor, fakat bildiğim kadarıyla Akademi’nin filmi izledikten sonra gösterdiği tepkiler de hiç yabana atılır cinsten değil. Oscar almasını en çok istediğim film ise kesinlikle Black Swan.  Natalie Portman’ın kusursuz performansı, filmin sahip olduğu psikoloji ve izleyicide yarattığı etki ve Aranofsky’nin etkileyici anlatımı filmi mükemmelleştiren detaylar. Büyük ihtimalle En İyi Film Oscar’ını bu filme vermeyecekler fakat umarım bir mucize olur ve Black Swan ödülü alır. Fakat Natalie Portman’ın En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını alması şiddetle muhtemel.

Geriye bahsetmediğim tek bir film kaldı ki o da True Grit, fakat maalesef filmi izleme şansı bulamadığım için hakkında yazacak pek bir şeyim yok. Black Swan’a bol şans dileyerek yazıyı burada sonlandırıyorum.

1 yorum:

  1. Epeyce ayrı düştüğümüz tercihler olmuş.:)) Ben de kategori kategori değerlendirip tahmilerimi yazdım.

    YanıtlaSil

Sende düşünceni paylaşmak ister misin?