21 Şubat 2011

The Resident (2011)


Gerilim filmlerinde gerilimin mekânla özdeşleştirilmesi ve mekânın kendisinin en büyük gerilim unsuru olarak kullanılması fikrini severim ben. Özellikle bunu başarılı bir şekilde uygulayan filmlerde zaten genel olarak favori gerilim filmlerimin arasında yer alır. The Resident aynen bunu yapıyor fakat, zayıf noktaları ve daha önce yapılmış aynı tür filmlerle benzerlikleri çok fazla olduğundan iz bırakan, etkileyici gerilimler arasına koyamıyorum bu filmi. Belki en fazla eğlencelik diyebilirim.



Film yer yer David Fincher’ın Panic Room’unu taklit ediyor diyebileceğim bazı unsurlara yer vermiş. Mesela Panic Room’un fragmanında da yer alan, yatakta yatan kadınının portresini gösteren kameranın 90 derece yana dönerek portreyi dikey bir kadraja aldığı sahnenin birebir aynısıyla filmin başlarında karşılaşıyoruz. Bu kadraj benim gözümde Panic Room ile bütünleştiğinden direk olarak aklıma o filmi getirdi. Tabi filme olan hayranlığımında bunda büyük payı olduğunu inkar edemeyeceğim. Hemen arkasından Hilary Swank’ın canlandırdığı Juliet karakterinin aynen Panic Room’daki Meg Altman karakteri gibi aldatılmasının ardından hayat karşısında güçlü bir duruş sergilemeye çalışıyor olmasını da görünce “kesinlikle bazı şeyler direk Panic Room’dan alınmış” dedim kendi kendime.  Farkına vardığım son benzerlikte –belki diğerleri kadar büyük ve belirgin bir benzerlik olmasa da- filme konu olan olayların geçtiği evin aynen Panic Room’daki gibi Brooklyn’de yer alıyor olması ve mimarisinin Panic Room’daki evin mimarisiyle olan benzerliği…


Tüm bu benzerlikleri hiçe sayarak filmi eleştirmeye çalıştığımda da öyle çok parlak bir tablo çıkmıyor aslına bakarsan. Senaryosunun klişelerle dolu olması, Hilary Swank’ın kendisinden beklenmeyecek kadar zayıf olan performansı ve filmin genel seyri içerisinde izleyiciyi şaşkınlığa uğratacak pek az şey barındırıyor olması da filmin başarısını pek olumlu yönde etkilemiyor.

0 yorum:

Yorum Gönder

Sende düşünceni paylaşmak ister misin?