7 Şubat 2011

Black Swan (2010)


Her zaman balerinlerin tehlikeli olma potansiyelini içlerinde taşıdıklarını düşünmüşümdür. Buna sebep olarak, kendilerini birçok şeyden mahrum etmek zorunda olmalarını, hırslarını ve mükemmeliyetçi bir ortamda yaşıyor olmalarını gösterebilirim. Nitekim balerinler arasında yaşanan gerilim dolu ilişkiler defalarca sinemaya hizmette etmiştir. Ancak daha önce - tek bir karakter odaklı olsa da- işin psikolojisini bu denli iyi yorumlayarak verebilen bir film daha yapılmamıştı.



Black Swan, Darren Aronofsky’nin filmografisindeki diğer filmlerde de görebileceğimiz kendi tarzına ve anlatımına dair birçok metayı içeriyor olması ile tutarlılık sergilerken, bunun yanında yönetmenin kendini tekrar etmediğini de gözler önüne serecek kadar orijinal ve yeni bir film. Natalie Portman’ın tek kelimeyle kusursuz olarak canlandırdığı baş karakter Nina mütevazı görüntüsünün altında büyük bir hırsa sahip. Zaman zaman paranoyik ve şizofrenik özellikler gösteren Nina aslına bakarsanız korkutucu derecede tekinsiz bir karakter. Gerçi söz konusu tekinsizlik filmin genelinde tüm karakterlerin ve mekanların sahip olduğu bir özellik. Ama buna en fazla Nina üzerinden ulaşabiliyoruz ve izlerken Natalie Portman’ın bu rol için biçilmiş kaftan olduğunu fark ediyoruz.


Film başından sonuna kadar aynalar ve yansımalar üzerinden Nina’nın karakterindeki bölünmeyi izleyiciye aktarıyor. Beyaz kuğunun masumiyeti, ürkekliği ve kırılganlığı içerisindeki Nina’yı izlerken birdenbire siyah kuğunun korkutucu ve önceden kestirilemez davranışlarına bakarken buluyoruz kendimizi. Bu geçişler o kadar iyi oluşturulmuş ki kendinizi hazırlayamadan anieden karşılaştığınız şeyin rahatsızlığını yaşıyorsunuz. 



0 yorum:

Yorum Gönder

Sende düşünceni paylaşmak ister misin?