13 Şubat 2011

The King's Speech (2010)


VI. George’u tüm kendini beğenmişliği ve asalet budalalığına rağmen sempatik ve sevimli bir adam olarak izledim The King’s Speech’te.  Kekemelik probleminin üstesinden gelmek üzere Dr. Lionel Louge ile zoraki bir arkadaşlığa başlayan VI. George zamanla tüm asalet ünvanlarının ötesinde, tüm bunlardan daha derin ve daha değerli kavramlar olduğunun farkına varıyor.



Colin Firth’ün canlandırdığı VI. George belki’de bir kralın sahip olduğu zaman en çok sıkıntı çekeceği problemlerden biri olan kekemelik probleminden muzdariptir. Bu problemi yenmek adına denediği birkaç bilinen yöntemden verim alamayınca çareyi farklı alternatiflerde ararken, Dr. Lionel Louge’un muayenesine düşer yolu. Geoffrey Rush’ın canlandırdığı Louge daha en başından “Benim kalem, benim kurallarım” mantığıyla VI. George’un asaletini hiçe sayan bir tutum sergileyince ikili arasındaki ilişki komik, gergin ve sıcak bir hal alır. Hatta öyle ki Dr. Louge VI. George’a sadece ailesinin ve yakınlarının kullandığı bir hitap şekliyle “Bertie” diye hitap ederek şartları tamamen eşit tutmayı kafasına koymuştur. Louge ve VI. George terapiler boyunca birbirlerini daha iyi tanırlarken,  Louge’un kralın bu probleminin altında yatan sebepleri bulmak üzere geçmişiyle haşır neşir olmaya çalışması üzerine VI. George’un karakteri ve kişiliği ile ilgili sebep-sonuç ilişkisi içerisinde bilgi sahibi oluyoruz.


Colin Firth rolünde gayet başarılı bir performans sergiliyor olsa da, belki de ben kendisini Bridget Jones’un aşığı rolünde izlemeyi daha çok sevdiğimden olsa gerek, diğer oyuncuları daha inandırıcı bulduğumu söylemeliyim. Özellikle Helena Bonham Carter’ın Elizabeth rolündeki soğuk, asil ve kendini beğenmiş duruşuna bayıldım. Bunun dışında Avustralyalı aktör Geoffrey Rush’ta tatlı sert tutumuyla kralı adeta bir çocuk yerine koyarken son derece sempatik. Zaten filmin en eğlenceli sahneleri de Dr. Lionel Louge’un muayenesinde geçen sahneler olmuş.


Filmin senaristi David Seidler ve yönetmen Tobe Hooper tarihsel gerçekçiliği yakalamak adına son derece titiz davranmış olsalar da filme gelen en sert eleştiriler yine bu yönde olmuş. Yönetmen Tom Hooper’ın filmografisine baktıktan sonra The King’s Speech gibi bir film yapmış olmasına şaşırmamak gerek. Zira öncesinde de 2 adet dönem filmine imza atmış bir isim.


Sonuç olarak karşımızda Altın Küre’ye 7 dalda aday olmuş ve Oscar’da da en iddialı filmlerden biri olan bir yapım duruyor. Son derece eğlenceli ve nitelikli bir dönem filmi olmasının yanında, çoğunluğu İngiliz olan yıldız oyuncu kadrosuylada dikkat çekmekte. Umarım Oscar’dan eli boş dönmez.

Filmin Resmi Web Sitesi
Filmin Fragmanı
Filmin IMDb Sayfası


0 yorum:

Yorum Gönder

Sende düşünceni paylaşmak ister misin?