12 Şubat 2011

Love And Other Drugs (2010)


1990’lı yılların ilaç pazarlama stratejilerine yönelik eleştirel bir bakışa sahip olan bu film, alt metnini de tamamıyla bu eleştirel bakışıyla dolduruyor. Yönetmen Edward Zwick bu eleştirel bakış açısını filmi sürükleyecek bir aşk öyküsüyle daha eğlenceli ve izlenebilir bir hale getirmeyi de başarmış.



Filmin başlarında ana karakterler olan Maggie ve Jamie hakkında önyargı oluşturabileceğimiz bazı fikirlere sahip oluyoruz. Film ilerlerken de klişe bir şekilde önyargılarımızın tamamen yersiz çıktığını falan görmüyoruz. Bunun yerine aynen gerçek yaşantımızda da olduğu gibi önyargılarımızın ve ilk izlenimlerimizin doğru olan kısımlarını görüyor ardından karakterlerin önyargılarımızla çelişen taraflarını keşfederken bunu mükemmel bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde izliyoruz. Karakterleri tanıdığımız tüm bu süre içerisinde gelişen olaylar da hiçbir şekilde absürd karşılayamayacağımız, tam da tanıdığımız bu karakterlerden bekleyeceğimiz türden tepkileri sergiledikleri olaylar oluyor.


Parkinson hastası olan Maggie ile, son derece yakışıklı ve kendine güveni tam olan Jamie’nin aşkı gereksiz bir dramatik altyapıya oturtulmak yerine, gerekli bir gerçekçiliğe dayandırılarak anlatılıyor. Hatta Maggi ilginç bir şekilde hastalığının onu daha çekici hale getirdiği bir kız, ki Jamie’nin Maggie’ye olan tutkusunun temelinde yatan sebeplerden biri de bu kanımca. Maggie’nin kendi çevresine ördüğü duvarların yıkılış aşamalarını izlerken de masumiyet timsali, iyi niyetli bir kızın böyle bir hastalıkla mahvolan talihsiz yaşam öyküsünden parçalar yerine başlarda sekse dayalı sempatik bir birlikteliği seyrederken bunun nasıl aşka dönüşebileceğini görüyoruz.


Film romantik-komedilerin ya da aşk filmlerinin klasikleşmiş jargonlarından ve klişe kadın-erkek davranışlarından uzak durarak türdeşlerinden ayrılıyor. Lafı döndürüp dolaştırmadan, maggie üzerinden direk olarak seyirciye aktarıyor ve dolayısıyla bir ilişkinin olabilecek en lirik, dramatik ve epik halinden ziyade doğal sürecini izlemiş oluyoruz ki bu da filmi daha etkileyici kılıyor.


Daha önce beraber Brokeback Mountain’da rol alan Anne Hathaway ve Jake Gyllenhaal yönetmenin bu film için aklına gelen ilk isimler olmuş. İzledikten sonra da son derece başarılı bir seçim olduğunu anlıyorsun zaten. Başlarda filmin cinsel ve erotik yapısı Hathaway’in gözünü farklı anlamlarda biraz korkutmuş sanırım ama şöyle bir bakınca aslında film sevişme sahnelerini ve çıplaklığı dikkat çekmek adına değil tamamıyla hayatın içerisindeki bir gerçek oluşlarından ve bu gerçeğin sebep olduğu bir takım öğelerden ötürü kullanmış.

0 yorum:

Yorum Gönder

Sende düşünceni paylaşmak ister misin?